Merhaba Sevgili Denizseverler..
Bu yazıda sizlere Sn.Cumhur Gökova ile beraber geçirdigim Pacific okyanusu geçişindeki 2.5 ayımı ve toplam 5.000 millik bir yelken yolculuğunu anlatmaya çalışacağım. Bildiğiniz gibi Cumhur Gökova 17 aylık bir dünya turu yapmakta. Bende onun okulunda Yachtmaster kursları vermekteyim. Yachtmaster MCA onaylı profesyonel kaptan kursları olup bütün dünyada kaptanlık yapmak için gereklilik haline gelmekte.
Hersey Ocak sonunda, Bodrumda yelken yarışlarına katılmakteyken Cumhur hocadan aldığım bir telefonla başladı. Benden hemen Panamaya gelip Pacific geçişine katılmamı rica ediyordu. 1 hafta sonra 4 Şubatda Amsterdam üzerinden Panamaya giden uçaktaydım. Yanımda yelken kıyafetlerim olan bir valiz, tekneye yeni yaptırılan bir genoa yelkeni, üstümde ise soğuk İstanbula gore kazak ve kalın mont vardı.
Toplam 20 saat süren yolculuktan sonra Panamaya ulaştım. Ekvator kuşağına yakın olan Panamada sıcak ve nemli bir hava beni bekliyordu. Cumhur hocayı havaalanında beklerken, üstümü degişip short t-shirt giymek için sabırsızlanıyordum. Cumhur hocalarla ve Muzaffer Yücel ile yaptığımız trafikte uzun bir taksi yolculuğundan sonra MAT12 teknesinin bağlandğı Balboa yat klübüne geldik. Hafif bir yemek ve soğuk bir biradan sonra, Hocanın bilgisayarının başında yeni navigasyon programı ve haritaları yükleyip çalıştırmak için uğraşmaya başladım. Muzafferin arasıra getirdiği soğuk içecek dışında kafamı kaldırmadan çalışmaya başladım.
Yat kulübü restoran ve iskeleden ibaretti.
Tonozda bağlı duran teknelere ücretsiz bot servisi veriyorlardı. Pasifikte bilinen çok az marina vardır. Panama kanalının çıkışında olduğundan dev gemilerin teknelere çok yakın olarak geçmesi enteresan bir manzara yaratıyordu. Ertesi gün Cumhur hoca ve eşi, Muzafferle beraber Galapagosa kadar yapacağımız yolculuğun kumanyasını ve diğer tekne işlerini hallederken bende yazılımları bitirmeye çalışıyordum. Geceleyin ertesi günkü yolculuğa çıkmak için hazırdık.
Ertesi gün çıkış işlemlerini bitirip bağlama ücretini ödememiz öğleni buldu ve yola çıktık.
Şamandıralarla işaretlenmiş deniz yolunda şamandıralara yakın seyredip gemilerin geçişine engel olmadan Panama korfezine çıkmaya çalıştık. Körfezde kıyıya yakın demirlemiş bir çok tekne vardı. Hatta Turk bandıralı bir tankeri görünce telsizle haberleşmek istedik ama personel yabancı uyrukluydu. İlk hedefimiz Panamaya çok çok yakın olan Taboga adasıydı. Akşam oldugundan geceyi demirde bu adada geçirip, ertesi sabah erkenden yola çıkacaktık. Çok şirin bir ada olan Taboga, Panamada yaşayanların sık geldiği bir tatil mekanıydı. Ertesi sabah erkenden Cantadora adasına doğru yelken açtık. Panamaya yaklaşık 45 mil uzaktaki bu ada Las Perlas adalar gurubundaydı. En büyük ada olmamasına rağmen en guzellerinden biri olup ufak bir havaalanı bile vardı. Gelgit hesabımızı yapıp demirledik. Koyda çok büyük yatlardan gezgin yelkenlilere kadar bir çok teknede bizim gibi demir atmıştı. Adanın güzelliği bizi etkilediğinden bir kaç gün geçirmeye karar verdik.
Beyaz kumların olduğu plaja botla gelip yüzdükten sonra, sahile tepeden bakan güzel bir restoranı keşfetmemiz fazla bir zaman almadı. Cantodara da Panamadan hafta sonu için tatile gelinen bir adaydı. Adan küçük olduğundan tamamına yakınında yerleşim vardı. Havaalanı dışında tatil köyü ve bir kaç küçük hotel de vardı. Ertesi günü Muzaferle yürüyerek adanın etrafını dolaştık. 2 saatde sıcak altında yapılan bir yürüyüşten sonra köyün meydanında ufak bir restoranda soğuk biralarımızı içip dinlendik ve yemek yedik. Ufak bir alışverişten sonra adanın öbür tarafındaki guzel bir koyu bulup fotoğraf çektik. Akşam üstü Cumhur hoca ve eşiyle tekrar ilk restoranda balık yedik. İkinci günümüzde hep beraber botla reef e gidip bol bol şnorkel yapıp, denizaltı güzelliğini ve tropik balıkları seyrettik. Daha sonra tekneden Cumhur hocayla yüzerek sahile gitme kararımız, akıntıya karşı yapılan ve 1 saatden fazla süren bir yüzme antremanına dönüştü.
İyi tarafı ise dönüşümüz oldukça hızlı oldu, süratimizi tekneye zorlukla tutunabilmemizden farkettik. Akşamüstü biz Muzaferle birlikte tatil köyüne giderken, Cumhur hoca ve eşide adanın etrafında yürüyüş yapıyordu. Artık 1.000 millik Galapagos seyrine hazırdık.
Ertesi sabah demir alıp yelken açtığımızda sıcak ve durgun bir hava bizi bekliyordu. Yolda attığımız sırtıya yakalanan büyük bir balık bizi heyecanlandırmasına rağmen, Vatos olduğunu görünce üzüldük ve balığın kaçmasına sevindik bile. Akşam üstüne doğru, rüzgar hızını artırmaya başladı ve 25 - 30 knot a çıktı. Gece boyunca tekne hızı 10 knotlardaydı. Muzaferle birlikte sabaha kadar nöbetleşe dümen tuttuk , gece yarısı Las Sontasu arkamızda bırakıp Panama körfezinden çıkıp Pacific okyanusuna merhaba demiştik. Ertesi sabaha kadar 12 saatde 110 mil yapmıştık. Panama korfezine yakın olduğumuzdan oldukça yoğun bir gemi trafiği vardı. Sıfır enleme yakın yapacağımız bu seferde rüzgarsız kalacağımızı zaten biliyorduk.
Okyanus çok sakindi ve ruzgar gittikçe düşüp, Galapagosa kadar 2-5 knot arasında esmeye başladı. Hesaplarımız Kuzeyde Kosta Rika ve guneyde Ekvatorda sahilinden gelip Panama körfezi ağzında Okyanusa doğru bir şerit halinde olan akıntıdan faydalanmaktı. 1.5 - 2 knot arasında olan bu akıntı ana hızımızı sağlıyordu. O yüzden önce Malpelo adasına doğru dümen tutup, sonradan Galapagosa yöneldik. Tarih boyunca rüzgarsız bu bölge denizcilerin sevmediği, suların yiyeceğin bittiği bir yer olmuştur. MAT12 teknesinin yarış teknesi olması çok hafif rüzgarda bile yürümesi bizim diğer bir avantajımızdı. Pacific okyanusunun göl gibi olmasını engeleyen tek şey ise Güneyde ruzgarlı bölgeden gelen dalgalardı. Yuksek olmalarına rağmen periodları büyük olduğundan biz sadece yavaşça yükselip iniyorduk. Gündüz rüzgarsızlık, aşırıcı sıcak ve güneş bizi bunaltmasına rağmen, her gün batımının değişik bir güzellikte olması bize ayrı bir mutluluk veriyordu. Çok güzel fotograf kareleri alabiliyorduk.
Uzun geçen günleri astro navigasyon çalışmak, bol sohbet etmek ve yemek yemekle geçiriyorduk. Nispeten kısa olan bu etapta taze yiyeceklerimiz boldu. Özellikle Muzaferin hazırladığı yumurtali kahvaltilar ve değişik çorbalar neşemiz olmuştu. Maisa değişik Dağıstan yemekleri yapıyordu, Ben ve Cumhur hoca ise değişik makarnalar yapmaya çok az fırsat bulabiliyorduk. Gece tamamen kesilen rüzgarda sabaha kadar 10-20 mil yapmak çok sıkıntı veriyordu. Normal koşullarda 1 hafta sürebilecek bu yolculuğun 10 -12 günden de fazla uzayabilecek olması , Muzaferin dönüş uçağı açısından sıkıntı yaratabilecekti. Tüm bunların üstüne Galapagos a 300 mil kaldığında yoğun bir balık ağı bölgesi sıkıntı yaratmaya başladı. Galapagos koruma alanı olduğundan 200 mil civarında balık avlamak yasaktı. O yüzden karaya bu kadar uzak bölgede çok miktarda balık ağı vardı. Özellikle geceleri takılmamak için çok dikkatli olmak zorundaydık.
Sıfır enlemini geçerken seromoni yapmak çok eski bir deniz geleneğidir. Galapagosa yaklaşırken Ekvatoru geçeceğimiz gün heyecanla hazırlıklara başladık. Burası için 2 şişe kırmızı şarap ve fondü almıştık.
Herkes günler sonra şık bir şekilde giyindi, hep beraber kadeh kaldırıp, bol bol fotoğraf çektik. Bu sakin yolcukta güzel bir değişiklik olmuştu.
12. günün sabahın çok erken saatlerinde Galapagos adalarına ulaştık. Galapagos kıtalardan çok uzakta olduğundan burdaki canlı türleri farklı ve bağımsız olarak gelişmişti. Fakat önce korsanlar, daha sonra balina avcıları, daha sonrada askeri üst olarak kullanılması, buraya mahsus türleri yok olma eşiğine getirmişti. Büyük kaplumbağalar et olarak kullanılmıış, diğer hayvanlarda bolca avlanmıştı. Insanların getirdiği diğer hayvanlarda ekolojik sistemi tamamen alt üst etmişti. Kopek, kedi fare gibi hayvanlar inanılmaz etkiler yaratmıştı. Örneğin kaplumbaga yumurtalarının yenmesi üremelerini durdurmuştu. Galapagos artık koruma alanı ve doğal park. Buraya gelen ziyaretçilerden alınan ücretlerle, uluslarası bir vakıf, nesli tükenen kaplumbağa gibi hayvanları üretip çoğaltıp tekrar doğaya salıyor. Adaya her tür bitki hayvan gelmesi yasak.
Tek farklı bir tür bile inanılmaz kötü etkileyebiliyor. Galapagos bütün dünyadan yoğun bir turist akımına sahip. Uçaklarla ve gemilerle gelen turistler, hem teknelerle, hemde karadan gezebiliyorlar. Teknelerin tek başına adaları gezmesi yasak, ancak lisanslı tekneler gezdirebiliyor. Ya Santa Cruz adasında yada Isebella adasına giriş yapıp kalmak zorundasınız. En eski ve büyük yerleşim yeri olan Santa Cruz bizim tercihimizdi. Öğlene doğru Porta Ayora (Acedemy Bay) koyunda bir çok gemi, gezi teknesi ve yelkenli arasına demirimizi attık.
Port polisi tekneye gelerek bizi kontrol etti. Biz evrak işlerimizi acenteya devredip kolaylaştırmak istedik. Teknede hiç bir bitki istemiyorlardı. Gene aynı şekilde bir şirket gelip tekneyi ilaçladı. Karaya çıkma izni aldıktan sonra Muzaferle birlikte meydanda gördügümüz guzel bir restoran cafeye girip soguk biralarımızı sipariş edip menüye bakmaya başladık. 12 gun sonra tekrar karaya ve soğuk içeceklere kavuşmuştuk. Diğer kavuştuğumuz şey ise internetti.
E-mailler ve dünyadan haberleri öğrendikten sonra neler yapacağımızı planlamak istedik. Muzafferin 2 günü vardı ve yapılabilecek çok şey vardı. Benim en büyük isteğim dalmaktı. Galapagos tüplü dalgıçların (scuba) everesti olarak bilinir. Kuvvetli akıntı, soğuk deniz bölgeleri, suyun berrak olmamasına rağmen, çok zengin bir su altı yaşamı vardır. Köpek balıkları, deniz aslanları, foklar, kaplumbağlalar, iguanalar, penguenler, avcı kuşlar hep beraber yoğun bir şekilde burda yaşar. Bir gün sonrası için dalış turu ayarlarken ikimizde sabırsılanıyorduk. Porta Ayora Galapagosun en büyük yerleşim yeri ve çok miktarda Hotel restoran ve mağazalara sahip. Aşırı sıcakta dolaşmak çok zor olduğundan tekneye dinlenmeye çekildik. Akşamüstü Muzaferle tekrar kasabayı gezmeye başladık. Bulduğumuz güzel bir bar kahvede deniz ürünlerinden tepeleme yapılmış salatayı yerken, tanıştığımız İsviçreli bir çiftle sohbete başladık. Oldukça genç olmalarına rağmen çok gezmişlerdi ve Turkiyeyide biliyorlardı.
Güzel dalış noktalarının yanı sıra adada nereleri gezebileceğimizde öğrendik. Oradan çıkıp tavsiye edilen bir restoran/ barda içkilerimizi yudumladık. Ekvator güzellik yarışması güzelleri için düzenlendiğini öğrendiğimiz yemeğin aynı mekanda olması bizim için ayrı bir sürpriz oldu. Santa Cruz adasında bile yerleşime kapalı milli park alanları var. Bazı yerlerini yürüyerek gezebiliyorsunuz. Ertesi sabah restoranda yaptığımız güzel bir kahvaltıdan sonra keşfe devam ettik. Her tarafta özgürce dolaşan foklar, iguana ve yengeçler bize renk cümbüşü içinde fotoğraflar veriyordu. Daha sonra Cumhur Hocalarla buluşup en yakın doğal parka bir yürüyüş yaptık. Bu vakfın tesislerinde kaplumbağaların nasıl üretildiğini öğrendik. Dev kaplumbağalar ve rengarenk kertenkeler arasında bol bol fotoğraf çektik. Akşam tekrar tadına doyamadığımız dev deniz ürünleri salatasının başındaydık.
Ertesi sabah erkenden, saat 7fde buluşma noktamızdaydık. Bizim dışımızda Fransız bir çift vardı ve 4 kişi dalacaktık.
Önce karadan vasıtayla adanın tam zıt köşesinde The ROCK (Amerikanın Japonlara karşı şehir gibi inşa ettiği askeri üssün bulunduğu yer) diye bilinen adaya yakın bir noktaya götürüldük. Adayı baştan başa geçtiğimiz bu yolculuk çok güzeldi. Santa Cruzfun Kuzey doğusunda ada 2 ye bölünmüş durumda ve öbür adaya Baltra adası diyorlar. 2 köprüyle bağlanan bu adada yerleşim pek yok ama Galapgosun ana havalanı burada. Itabaca kanali denen bu kanalın kuzey ucundaki iskelelerde bir çok dalış teknesi bağlı. Bizde kendi teknemize geçtik. Sürat teknesi şeklinde bu tekne bizi hızla dalacağımız alana götürmeye başladı. Bu civardaki koylarda yerleşimde olmadığından bir çok gezi teknesi demirlemiş durumda. Yarım saatlik yolculuktan sonra Seymour adasının kuzeyinde bizi denize attılar, demirlenecek yer olmadığından ve akıntıdan dolayı tekne daha musait bir alana gidip bekleyecek, daha ilerideki bir kanaldan da bizi alacaktı. Dip çok net olmamasına rağmen kısa bir süre sonra 10 a yakın çekiç kafalı köpek balıklarının (hammerhead) arasında yüzüp bol fotoğraf çekmek çok güzeldi.
Kısa bir sure Balina köpek balıkları (whale shark), Galapagos köpek balıkları, dev kaplumbağalar, fok balıklari ve bir çok tropik balık arasındaydı. dalışın sonuna doğru, dipte çok yakından 2 Orcanın konuşmalarını duymaya başladık. Orcalar çok tehlikeli hayvanlardı ve rehberimiz çok heyecanlanmıştı. Ama bizle ilgilenmeye başlayan büyük beyaz (great white shark) köpek balığı rehberi gerçekten çok huzursuzlaştırdı. Bizden çabuk bir şekilde yükselmemizi istedi. Köpek balığıda bizi takip ediyordu. Yüzeye çıktığımızda tekne yakınlardaydi ve hemen yanımıza geldi. Rehberimiz bizden hemen çıkmamızı istedi. Tekneye çıktığımızda çok heyecanlı bir şekilde yıllardır bu türü görmediğini ve ne kadar tehlikeli olduğunu hem kelimelerle hem tüm vucuduyla anlatıyordu. Çok güzel anılarla ve fotoğraflarla dönüş yolculuğumuza başladık.
Ertesi günü planımızda gene karadan değişik yerlere gitmek vardı. Anlaştığımız taksiyle ilk durak olan Tortuga Baye gittik. Burası gene doğal park oldugundan, park girişine bırakıldık.
Yaklaşık 40 dakikalik mangrove agaçları arasından ahşap bir yoldan yürüyüşe başladık. Mangrove ağaçları diğer hiçbir bitkinin büyüyemeyeceği yüksek tuzlu, kumlu ve sıcak ortamlarda gelişen bir tür ağaca benzeyen bir sistemdir. Çoklu ve yaygın kök sistemi yüzünden erozyunu ve fırtına etkilerinide önleyebilmektedir. Yolculuğun sonunda gördüğümüz manzara gerçekten bu yürüyüşe değdi. Çok geniş ve bembeyaz bir kumsalın kenarında laciver bir deniz. Kumsalda kendi halinde yürüyen çok miktarda iguana enteresan bir manzara oluşturuyordu. Biraz gezi ve bol fotoğraftan sonra geri yola koyulduk. Sıcaktan ve yorgunluktan dönüş bir saatlik bir yürüyüş oldu. Şöförümüz bizi Lava Tuneline dogru göturmeye başladı. Yolda ufak bir köyde durup, tek yiyecek seçeneğimizi ısmarladık ve bizi güzel lezzetler karşıladı. Lava Tüneli 3km uzunluğundaydı ve biz sadece 1200mt lik bir bölümünü gezecektik. Çok genç olan Galapagos adaları aslında lavadır. Lava oluşurken bazen tüpler bırakır, gezdiğimiz yerde yüzeye yakın olup girilmesi mümkün bir yerdi. Gene mutlu yüzler ve bir çok güzel fotoğrafla dönüş yolculuğuna başladık.
Deniz Dünyası Haziran 2011. Sayı: 27
Okyanusları geçmek yelkenciler için her zaman heyecan verici bir olay olmuştur. Ana geçiş noktalarına geldikten sonra hep bahaneler bulup uzun süre erteleyen, bazen geri dönen, bazen de yıllarca buralarda yaşayanlar olmuştur. Sabah erken demir alırken hepimiz heyecanlıydık. 3000 millik bir geçiş bizi bekliyorduk. Belli bir yerden sonra karaya, uzaya giden astronotlardan daha uzakta olacaktık. Hava raporuna göre yaklaşık 600 millik bulutlu, yağmurlu ve 8-10 kn hafif rüzgarlı bir bölge, sonra ise klasik ticaret rüzgarlarına kavuşup 15-20 knot lık bir rüzgar bizi bekliyordu. 10. paralele kadar olan bölge fırtınasız alan olduğundan fırtına ihtimali çok düşüktü.
Ama hava raporları her zaman tahminidir ve genel eğilimlerde sık sık değişiklikler olabilir.
Hafif rüzgarda, sakin bir havada yelken yapmaya başladık. Gece mümkün oldukça ben dümen tutup, Cumhur Hocayı uyutmak amacındaydım. İlk gece uzaktan Galapagostaki ikinci büyük yerleşim yeri olan Isebella adasındaki Puerto Villamil ışıklarını gördüğümde, Galapagos adalarından çıkmaya başladığımızı düşündüm. Teknede Cumhur Hoca, eşi Maisa ben olmak üzere 3 kişiydik. Elimizden geldiği kadarda Maisaya nöbet vermemeye uğraşıyorduk. 2. gecede yağmur birden bastırarak kendini gösterdi. Güneye doğru indikçe rüzgar artıyordı ve ticaret rüzgarlarına dönmeye başladı. Dalga 3 değişik yönde gelmekteydi.
Galapagosa 300 mil mesafedeyken gene çok sık balıkçı ağlarına rastlama başladık ve çok dikkatli olmak zorundaydık.
4. gunde 10-15 knot ruzgarla orsa / dar apaz seyir yapıyorduk. Fakat bulutlarda azalma olmamıştı, dalgalar ise gene karışık ve 3 yönden geliyordu. Orsa seyrinde tekne yattığından tekne koşulları daha zor olur. 4. gece nöbetimde ruzgar şiddetini artırıp 15-20 knot esmeye basladı. Teknede 10 knot civarı hızları görebiliyorduk. Dümen gittikçe ağırlaşmıştı. Göstergeler 15-20 knot göstermesine rağmen bana daha şiddetli geliyordu. Daha sonra öğrendiğimizde, rüzgar ölçerin aslında hatalı ölçtüğünü, rüzgarın 30 knot civarında olduğunu anlayacaktık.
Cumhur hocada rüzgar göstergesinin 5 knot kadar hatalı olduğunu düşunüyordu. Tekne koşullarıda daha ağırlaşıyordu. 2 günluk seyirden sonra rüzgar hafifleyip önce apaza sonra geniş apaza dönmeye başlamıştı. 6. gunde artık ticaret rüzgarlarına oturmuştuk. Fakat bu durum sadece 1 gün surdu. Rüzgar gen hızını artırıp 15-20 (aslında 30kn) knotlara yükselmeye basladi. Bazen 1. camadana vuruyorduk ama genelde full arma gitmeye çalışıyorduk. Artık uzun gece nöbetlerini yapamayacak kadar yoruluyordum. Cumhur hocayla 2 saatlik nöbet düzenine geçmeye karar verdik. 3 ümüzde 2 saat nöbet tutup 4 saat uyuyacaktık. Ben gece 6-8, 12-2 ve 6-8 nöbetlerini tutmaya başladım.
2 saatlik nöbet bile yorduğundan, herkes 4 saatini uyuyarak geçirmeye çalışıyordu. Ben gerekirse Maisaya yardım etmek için havuzlukta yelken elbisesiyle uyumaya çalışıyordum. Dalgalar konusunda ise "Poseidon hala bizimle" diyerek şakalaşıyorduk. Okyanus dalgası sabit yönden gelip yüksek ama geniş periyodlu olur. Ama Poseidon Pasifiğe gelmiş bize 3 ayrı yönden gelen yüksek ama sık periodlu Akdeniz dalgalarının benzerini getirmişti. Hava genelde geceleri sert esiyordu. Gündüzleri ise 2 gün sert, 1 gün daha hafif esiyordu. Rüzgarın apaz gelmesi tekneyi yatırmadığından tekne koşulları nispeten daha rahattı.
Cumhur hoca sabahları bir kez uydu üzerinden internete bağlanıp yeni emaillerini alıp, dünkü emaillerininde cevaplarını gönderiyordu. Bu hem elektrik tasarufu açısından, hemde çok pahalı olan uydu internet açısından tasaruf sağlıyordu. 13 mart günü Japonyada olan tsunami arkasından çok miktarda email o sabah bize ulaştı.
Herkes merak ediyordu. Derin denizde fırtınayı geçirmek daha emniyetli olduğu gibi tsunami açısındanda daha emniyetliydi, dalgalar sığ yerlerde yükselirler. Biz tsunami dalgalarının ne zaman geçtiğini hissedemedik. Okyanustaki dalgalar yeterince karışık ve büyük olduğundan hangisi hangisi anlamak mümkün değildi. Daha sonra Hiva Ovaya vardığımızda, Koydaki teknelerin ilk dalgayla birlikte zincirlerini hemen suda bırakıp açıldıklarını, yüksek tsunami dalgalarının 3 gun boyunca etkili olduğunu, 3 gun sonra herkesin geri dönüp bıraktıkları demirlerini aramaya başladıklarını öğrendik. 2 tekne bulamamış ve yeni demir - zincir almıştı.
Hiva Ovaya yaklaştığımızda 200 mil aşağıya düşmüştük, rüzgarın klasik yönden farklı gelmesi, değişkenliği ve kuvvetli olması buna etken olmuştu. 2 günlük tremolalı bir seyirden sonra 22. gün sabahı Hiva Ova nın meşhur dağının silueti görünmüştü. Hava kapalı, şiddetli yağmurlu ve sert rüzgarlıydı. Atuana, Hiva ova nın merkezidir. 600 kişilk bu kasabanın hemen yanında Taahuku koyunda bir dalga kıran vardır ve bunun arkasındaki alana tekneler demirlerler.
Bizde de çapayı atarken Pasifiği geçmiş olmanın mutlu yorgunlugu vardı.
Pasifik geçişi uzun olduğundan taze meyveyi sebzeyi eti 4-5 gunde bitirmiştik. Yol boyunca kuru gıdalardan yapılan yemekleri tükettiğimizden gözümde et tütüyordu. Yaklaşık 3 km yürüyüşten sonra Atuanadaki bir restorana gidip en büyük bonfileyi ısmarladım. Cumhur Hoca ve Maisa ise deniz ürünleri tercih etmişti. Burda geçireceğimiz günlerde her gün bu mesafeyi yürüyüp dönmek bacaklarımızı yeterince açacaktı.
Hiva ova Marquises takım adalarının bir parçası. 6 ana adadan oluşan bu takım adalarının tamamının nüfus toplamı 8700 kişi. 1800 başlarında 60,000 kişinin yaşadığı düşünülürse, ciddi bir kırım olduğu ortaya çıkar. Bu kırımın sebebi Avrupalılar ilk geldiğinde beraber getirdikleri virüslere yerel halkın bağışıklılığının olmamasıdır. Çok güçlü kuvvetli, uzun boylu insanlardan oluşan bu topluluk o zamanlar virüslere dayanamamıştı.
Marquises takım adaları ise Fransız Polinezyasının bir parçasıdır.
2.500.000 km2 okyanus alanına sahip (avrupanın yüzölçümüne yakın), 130 adadan oluşan bu ülke Fransız sömürgesidir. 267.000 toplam nüfusun yarısına yakın olan 131.000 kişi ise Tahiti adasının Papetee şehrinde yaşar. Polenezyalılar Asyadaki adalardan başlayıp, şimdiki Polenez adalarına göç etmişlerdir. İlkel koşullarda denizlerde yollarını bulacak kadar iyi denizci olan bu ırkın izlerine Pasifiğin her yanında rastlanır. Düzenli olarak Kanadadan, Guney Amerika ülkelerine kadar her yere gidip gelmişlerdir. En büyük navigasyon araçlarının dalgaların yönüne göre adaları ve karaları bulmaları olduğuna inanılır. Fransız Polinezyası, Fransadan gelen sübvasyonlarla şimdiki modern yaşamı sağlamaktadır.
Hiva Ova her tarafı ormanlarla çevrili tipik bir Pasifik adasıdır. Bizde orman içlerinde bol bol yürüyüşler yaptık. Mango gibi tropik agaçlar her yerde var. Genellikle ağaçtan yada ağaç dibine düşmüş tropik meyvelere her yerde rastlamak mümkün. Herşeyin çok pahalı olduğu adada internetde çok pahalıydı ve belli bir kaç yerde ücret karşılığı alınabiliyordu.
Internete bağlanmak her gün 3 km yürüyüş demekti. . Bu adada yeni dostlar edindik, bol doğa yürüyüşleri yaptık ve dinlendik. Orman yürüyüşlerimizde birçok adını bilmediğimiz harika meyvelerin tadına baktık, doyana kadar bol miktarda mango yedik.
Cumhur hocanın yeni öğrencileri balayında olan Emre Tırman çiftiydi. Cumhur Hocayla onların 2 çift olarak olarak seyahat etmesinin güzel olacağını düşündük. Ben tahitiye uçak bileti alırken, Maisa özene bezene onların yatak odasını hazırlıyordu. Benim bu seyehatte en çok görmek istediğim yer olan Tuamutu atollerini göremeyecek olmanın hüzünüde vardı.
Adada geçirdiğimiz 15 gün sonunda Emre Tırman çiftinin Tahitide bize katılacağı belli olduktan sonra Cumhur hoca yetişmek için yola çıkmaya karar verdi. Ben zar zor yer bulabildiğim uçağı değiştiremeyeceğim için 2 gün hotelde kalmak zorundaydım. Istanbula donüş uçağım ise 9 gün sonra olduğundan ve Tahitiye yolculuk da 9 gun süreceğinden bileti yakıp Cumhur hocayla beraber gitme riskini alamadım.
Böylece Tuamutu atollerini görememe sebebiminde boşa çıkmasından dolayı dahada bir üzüldüm. İşin kötüsü Cumhur hocalar da fazla oyalanamadan Tahitiye gitmek durumundaydılar. Cumhur hocayı ağırladıktan sonra sıkıcı ve bol kitap okuyarak geçirdiğim 2 günün sonunda Tahiti uçağına bindim. Fransız Polinezyası çok geniş olduğundan ana ulaşım uçaklarla yapılmakta. Hiva Ova dahil bir çok adaya haftada 2-3 sefer var. Uçaklar ise ufak pervaneli tiplerden. Hiva ovaya 15 günde bir ise ufak gemi gelip yiyecek içecek ve diğer kargoları getiriyor.
Papetee 2 ayın sonunda gördüğüm modern bir şehir. Çok sevimli, hareketli ve cennet gibi bir ada olan Tahitide. Hotel belediye marinasının tam önündeydi, Cumhur hocalarda geldiğinde burda kalacaklardı. Tahitiye geldikten sonra hemen kendime bir gezi planı programladım. 1 gün özel turla, adayı gezecektim. Fransızca ana dil olduğundan tüm Polinezyada Ingilizce konuşabilmek sorun. Bende tek Amerikali tur rehberini buldum. Adanın kenarını dolaşan turu bir günde tamamladım.
Özellikle merak ettiğim Paul Gaugin müzesinide görmek fırsatını buldum. Aynı zamanda denizci olan sanatçı, Polinezyadan çok etkilenmiş olan bu ressam ve heykeltraş ömrünün çoğunu buralarda geçirmiş , bir çok eserini burda yapmış. Zaten öldüğü yerde Hiva Ova..
Tahitiyi ilk Ingilizler keşfetmiş burda yaşamış olmalarına rağmen, Fransızlarla yapılan bir anlaşmayla, Avustralya ve civarının tamamını Ingilizler alıp, Polinezyanında tamamınıda Fransızlara bırakacak şekilde paylaşmışlar. Kaptan Cook un ilk karaya çıktığı yeri, orda yaptıkları ilk fener ve kiliseyi gezme fırsatımda oldu.
Başka bir günde çok yakın olan Morea adasınına feribotla gidip gezme fırsatım oldu. Bu bölgedeki adaların çoğu yeni volkanik adalar. Etrafında zamanla mercanlar resif oluşturuyorlar. Bu resifler su seviyesine yakın oluyorlar ve doğal bir dalga kıran oluşturuyorlar. En yeni olan Tahitide o yüzden resifler her yerde tam oluşmuş değil. Oysa Moreanin tamamı mercan resifleriyle kaplanmış durumda. Resiflerin içindeki sığ deniz o bildiğimiz açık mavi tonlarında rengarenk berrak suları yaratmakta.
Moreada yerleşim az olduğundan doğal güzelliğini korumuş. Ama her koyda gördüğüm dev cruise shipler tezat bir manzara yaratıyor.
Bir akşam üstü gezi programından yorgun bir şekilde cafede oturmuş soğuk biramı içerken yan masada Türkçe konuşmalar duydum. Biraz konuştuktan sonra Emre Tırman çifti olduğunu anladım. Hayat ilginç tesadüflerle dolu. Onlarla beraber 1 gün harcadıktan sonra, Cumhur Hoca uçağımın kalkmasına 1 gün kala Tahitiye ulaştı. Hasretle kucaklaştık. Cumhur hocayla giriş işlemlerini yaptıktan sonra hem ben hem Emre Tırman çifti hotellerimizden çıkıp tekneye geçtik. Ertesi günü tekneyle daha sakin bir yer olan ve modern bir marinanın yanında olan demir yerine yola çıktık. Resif içinde dar bir yol şamandralarla işaretlemiş , böylece okyanusa çıkmadan resif içinde gidebiliyorsunuz. Gece marinada teknesi olan, gene dünya turu yapan Cumhur hocanın Israilli bir tanıdığında yemek yedik. Ertesi sabah benim 5 te kalkıp uçağa yetişmem gerekiyordu. Los Angeles, Paris üzerinden dönüş yolculuğum 2 günlük bir yolculuktu. Pasifiğe harika anılar, yeni dostlar ve çok miktarda fotoğrafla veda ettim.